Atatürk Arboretumu’nda Gezi - Ada Tuana Aydın
Şubat ayının bir pazar günü sabah erkenden uyandığımda aklımda yapabileceğim değişik bir fikir yoktu ama babamdan bir gezi fikri önerisi geldi. Hemen kahvaltımızı yapıp rotamızı Atatürk Arboretumu’na çevirdik. Yollar biraz dönemeçli olduğundan yavaş ve temkinli gittik ve yolculuk da uzun sürdü. Yolda giderken bile ağaçların büyüleyici manzarası insanın aklını başından almaya yetecek güzellikteydi. Büyüleyici bir kaçamaktı aslında bu yolculuk. Sorumluluklarımızı geride bıraktığımız bir günlük kaçamağımızın yapay olan üç gölden oluşan Arboretum tarafından kısmi olarak baltalanması ise yiyecek içecek yasağını girişte öğrenmemizle oldu. Annem her zamanki zulasını çantasına hazırlamıştı ama çantayı yasakların etkisiyle arabada bırakmaya karar verdi. Yani Arboretum’a gitmeyi planlıyorsanız mangal hayallerinizi bir kenara bırakmanız gerekir. Bir de yere bir örtü serip de üzerine oturup birkaç saat kitap okuma hayalleriniz varsa buranın aslında yapay bir müze niteliğinde olduğunu ve normal şartlarda bir arada bulunamayacak kadar fazla bitki çeşitliliğinin olduğunu hatırlatmadan geçmeyeyim. Yolculuğa dönecek olursam, girişi geçtikten sonra karşımıza ördeklerin keyifle yüzdükleri üç yapay gölden birincisi çıktı. Bana kalırsa aralarında en görkemli olanı da oydu. Öğlene doğru yaklaşan zamanın etkisiyle tam tepemizde duran güneş, ışınlarıyla şubat ayında olmamıza rağmen bizi ısıtıyordu ve gölün üzerinde güneşin yarattığı yansımalar da büyüleyici manzaranın etkisini daha da artırıyordu. Göldeki ördekler de bizimle aynı durumdan muzdaripti ama bir farkla. Her vapurda martılara atmaktan vazgeçemediğimiz simitler yasaklara rağmen gizli çantalar eşliğinde içeri sokulmuş ve ördeklerin acıkan karınlarının yeni ziyafeti olmuştu. Ta ki görevliler gizli simitleri fark edene kadar. Maalesef, simit getiren aileler, bütün fertleriyle birlikte Arboretum’u terk etmişti. Bazı doğa sevenler ise gölün etrafında birkaç tur attıktan sonra ayaklarının tozuyla bölgeyi terk ediyorlardı. Biz de anlattığım iki tarafın aksine ormanın içine doğru yürümeye karar verdik. Ormandaki yürüyüşümüze çiçek açmaya hazırlanan çiçekler ve yakınlarımızda bulunan Belgrad Ormanı’nda piknik yapan piknikçilerin mangal kokuları eşlik etti. Doğanın içinde olmanın ve Arnavut kaldırımlarda değil de toprağın üstünde yürümenin verdiği rahatlamaya hissiyle yürürken yorulduğumu bile fark etmedim. Yaklaşık 300 hektarlık dev canlı ağaç müzesinde bendeniz tam bir egzoz dumanı soluyucusu olduğum için fazla oksijen beni biraz çarpsa da patikada yürüyüşümüzü kazasız belasız atlattık. Kazasız belasız diyorum çünkü gezi sırasında buranın bilimsel araştırmalar için oluşturulmuş bir nevi ağaç koleksiyonu olduğunu aklımdan çıkardığım için etraftan her an köpekler çıkacakmış gibi hissediyordum. Sonrasında, arabamıza binip bu unutulmaz doğa gezisini tamamlamış olduk.